skip to main | skip to sidebar

kürt şairleri

23 Eylül 2007 Pazar

helbeste kurdi cejna evine

Cejna evînê



Gava min gulek sorjêdikirdigiriya,lê gava min diyarîdilbera xwe dikirposmam bûû keniya .
Gönderen sonademgul zaman: 14:26

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa
Kaydol: Kayıt Yorumları (Atom)

Blog Arşivi

  • ▼  2007 (18)
    • ▼  Eylül (18)
      • şebiwerkek
      • Evînî
      • helbeste kurdi Dîyarbekir-Amidî *
      • helbeste kurdi cejna evine
      • helbeste kurdi ba
      • helbeste kurdi ba
      • helbeste kurdi Roj û heyv û keçeke bedew
      • çiroke kurdi
      • çiroke kurdi ya tırki
      • çiroke kurdi ya ingilizki
      • çiroke kurdi
      • çiroke kurdi
      • çiroke kurdi
      • çiroke kurdi
      • syeh rıza talabani
      • ehmede xani
      • kürtçe
      • Efsanevi Kürt Şairi evdale zeynıke
 

Cegerxwin

1903’te Mardin’in Hesar köyünde dünyaya gelen ve seferberlik yıllarında ailesiyle birlikte Suriye’ye göçen Cigerxwin’un şiirleri, yaşadığı döneme tanıklık eder ve Kürt yoksullarının karşı karşıya bulunduğu sorunları dile getirir.Kürt kırındaki yaşam zorlukları, özgürlük hasreti ve mücadelesi, Kürt yoksul köylülerinin (ırgat-rençper) ve işçilerinin sorunları ve umutları seçtiği başlıca konular arasındadır. “Sewra Azadi” (Şam-1945), “Kime Ez” (Beyrut-1973), “Reşoye-Dare” ve “Divan”ında yer alan şiirlerin ortak temasını Kürt tarihi, kültürü, gelenekleri, Kürt toprak ağalarına karşı ırgatların mücadelesi vb. oluşturur. Çocukluğu ve gençlik yıllarında çobanlık ve ırgatlık yapmış olması şiirlerindeki konu seçimini etkilemiştir. On yıllık din eğitiminden sonra cami imamı olarak “hocalık” yapmaya başlayan Cigerxwin, eşitsizliğin, ve sömürünün, Kürtlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarının farkına vardıkça şiirlerine de bu temalar egemen olur. Bir süre sonra da cami hocalığını bırakarak ağaların topraklarında yarıcılık yapmaya başlayacaktır.Celadet Ali ve Kamuran Bedirhan kardeşlerle Hawar dergisini (57 sayı yayımlanmıştır) çıkarmaya başlar. Birçok şiiri bu dergide yayımlanır. Marksizm-Leninizm’i ögrendikçe şiirlerinde de işlemeye çalışır. Kürt işçi ve emekçilerinin kurtuluşunun dünya işçi ve emekçilerinin mücadelesine bağlanmaktan, onlarla birleşmekten geçtiğini gücü yettiğince anlatır. Amerikan emperyalizminin “Kürtlerin davası”ndan yararlanma politikalarına karşı durur. Truman’ın politikalarını ve McCarticiliği eleştirir.Özgürlük için kavgayı zorunlu gören, barışın özgürlükten geçtiğini bilen ve söyleyen bir şairdir Cigerxwin. Vietnam-Kore-Angola-Hint halklarının yanında, emperyalizmin karşısındadır.Cigerxwin’u diğer Kürt şairlerinden ayıran en önemli özelliği, işçi sınıfı devrimlerinin ve ezilen halkların kurtuluş mücadelelerinin yoğunlaştığı çağda yaşıyor olmanın bilincine varmış olmasıdır.Sınıf mücadelesinde durduğu yer, emekçilerin ve Bolşevik devriminin şahsında uluslararası proletaryanın safıdır.O, şiirlerinde Kürt işçi ve yoksul köylülerinin Lenin ve Stalin’in devrimci yolunda yürümesini kurtuluş için tek umut ve tek yol olarak gösterirken, bağımlı geri toplumların karşı karşıya bulundukları nesnel zorlukların bu yürüyüş için daha fazla kararlılık gerektirdiğini söylemekten de kaçınmaz. “Güç bela yetiştik” der, “İşçilerin köylülerin safına.”, “Perda bındesti”nin (Tutsaklık Perdesi) yırtılması için “Ilhama mezin (Sewra Oktobır) ınqılabo sor” yolu göstermiştir. Ekim Devrimi, “Körleri göz nuruna kavuştur”muş, sağır kulakları” açmıştır!“İlham ji şaireki Ermen” şiiri şu dizelerle başlar: “Ev rıya dırej me hınek kın kır xweş bı çuna xwe/ Lı şuna esfelt me ev re raxıst tev bı xwına xwe/ Ev rıya Markıs ev rıya Lenin me ji daye ser / ey nesle he be, ji bo te me heşt çend şop ü eser..”“Yolun ta sonuna kadar” kararlı yürüyüşten yanadır Cigerhun. “Eniya me bılınd dıle me pır xurt guh nadın zore../ Me şev derbas kır ew şeva tari tıji zılm ü zor /Şefeq xwe hılda lı bakur u jor ew şefeqa sor /Em çun u dıçın, naye guhertın tu çarı ev re /Pıre jı me ra ava buye em ketın we pıre /Da insaniyet bı serbesti xweş te re derbas bi / Jı zor u zılmen koledaran zu zu xelas bi / Bı agıre dıl dili koleti bışewıtenin...”Ona göre bu “çok güzel dünya”da, “herkesin yüzü gülsün” diye, “dönekler kaçsa da”, kişi “evsiz barksız kalsa” da “Aydınlatıcı şafak”a doğru yürümektir gerekli olan. Cigerxwin, toplumsal hareketin yasalarının bilinciyle sorunlara yaklaşır, Kürtlerin, Arapların, Zencilerin, Hintlilerin, dahası bütün insanlığın boyunduruk altında bulunduğunu, bunun nedeninin sermaye sistemi olduğunu söyler, umudunun maddi dayanağını ezilenlerin hareketinde bulur, insanın kurtuluşunun sosyalizmde olduğuna içtenlikle inanır, bunu dizelerinde coşkuyla dile getirir.“Koledar ü zorkeran” ne denli zulüm ve zorbalık yapsa da, yıkılmaktan kurtulamayacaktır. Çünkü “dünyanın döngüsü”, doğudan ve batıdan halkların ayağa kalkmasını kaçınılmaz kılmaktadır ve işçiler “artık uğraştalar.” “Tev dı ve re de dıbazın, wek pılıngan qore qor/ Her çıqa zore bıkın, wın me dajon ber bı peş / Pır nezike sewre rabi, leşgere Kurdı ü sor.” (Kime Ez-1973)Cigerxwin, sermaye egemenliğinin açlığın, yoksulluğun ve yoksunluğun nedeni olduğunu belirterek “bu cihanın hepimize yettiği”ni söyler ve halkların sermaye boyunduruğundan kurtuldukları özgür bir dünyada yaratılan zenginliklerin ve güzelliklerin paylaşılmasından duyduğu mutluluğu dile getirir.Kürt toprağında sosyalizmin gerçekleşmesine özlemini dile getirirken, “o güzel çağı” görememenin hasretiyle “Kürdistan Suyu”nun gögsünde “gül bahçesi yeşert”mesini hayal eder.”Dert çıbanlarıyla dolu” vucudunun “Zerenlerle gülleri” gövertmesini ister.Cigerxwin, Kürt yoksullarının ezilmesi ve sömürülmesinde Kürt toprak sahipleri ve burjuvalarının rolünün farkındadır ve bu durumun degişmesi için Kürt emekçilerinin birleşip mücadeleye atılmasını istemektedir. “Axa bı deh gunden xwe ve, /Bawer dıke Keyxusrew e /Talanker ü dız ü keleş / Wi daye ser reça gure. /Hale me kurmanca ev e, / Em de çılo serbest bıjin..”“Ne güne dek ağa ve beylerin işçileri olacağızNe güne dek köpeklerin ayakları arasındaki kemik?” diye öfkeyle sorar ve devam eder: “Ta kengı eme kole ü rıswa ü ebıd bın /Bındeste mıroven weki Bayar ü Seid bın / Ta kengi li sınora weki bırç ü kılid bın / Ta kengi jihevre hemi merxas ü egid bın /Ey karker ü cotkar bes e dem hatiye rabın..” O, işçilere ve ırgatlara sermayeye ve ağaların zulmüne karşı birleşmeleri için seslenmekle kalmaz, mücadeleci kadınları selamlar ve dünya gençlerini zorbalara karşı birleşmeye çağırır. “Rabın bı ben/ deng ü qıran /Awaze xweş/ Rabın..” “Zorbalara karşı birleşin hepiniz /Truman’a söyleyin, Makkarti’ye / Suman’a söyleyin Çörçil’e /Hitler gibi olmayın, savaş istemiyoruz biz” ve devam eder “Bıbın yek hemi zana ü reban / Bışkenın qeyd ü zencir ü kepen /Herın dıl bı kul, werın rü bı ken / Ey wefde selam, wey wefde weten..”Köleligin ve zorbalığın son bulmasının başka bir yolu yoktur onun için.Bundandır ki köleliğin ve zorbalığın temsilcileri onun şiirlerinin duyulmaması için çaba göstermiş, Kürt burjuva milliyetçileri de, bu işçi ve emekçi şairinin dizelerinde özenle işlediği sınıf mücadelesine kulaklarını kapatmışlar, onu yalnızca “Kürt olan yanı”yla görmek istemişlerdir. Cigerxwin, “cinayet ve zindanla yok olmaz ki Kürt milleti” diye seslenirken “Kes bı lavlav ü bı dilek vi beri nabın seri” demekten geri durmayacak kadar özgürlüğün “yalvarma ve temenniyle” kazanılamayacağının da farkındadır.Yaşamı zorluklar içinde, sürgün ve zorunlu göç yollarında, ırgatlık ve çobanlık yaparak, ağaların ve ulusal baskı uygulayan hakim sınıfların zorba yönetimi altında geçen bir şairin dizelerinde kır yaşamını, Kürt köylülerinin durumunu, ırgatların “sefil halleri”ni dile getirmesi anlaşılır bir durumdur. Ama Cigerxwin, ‘düşünce sistematiğini’ kendini çevreleyen bu ‘dar koşullar’la sınırlamamıştır. Dünyadaki gelişmelerin, kapitalist sistemin çelişkilerinin, emperyalistlerin halkları zorba yöntemlerle köleleştirmelerinin ve bundan kurtuluşun kaçınılmaz olduğunun bilinciyle ırgatlara, işçi ve köylülere seslenmekten geri durmaz. Sovyet Devrimi’nin insanlığın kurtuluşu için açtığı yolu görmüştür, yakarmayla, temenniyle kimsenin özgür olamayacağını, dahası zulüm, sömürü ve zorbalığın yeryüzünden kaldırılamayacağını ısrarla söylemektedir. Böylece o, devrimci “Kürt şairi” olma sınırlarını aşar ve bir “yeryüzü şairi” olmaya yönelir. 1984’te İsveç’te ölen Cigerxwin ve onun şiirleri yalnızca şiirle ilgilenenler için değil, her türden gericilik ve emperyalizme karşı mücadele içindeki işçi, emekçi ve gençler için de öğrenmeyi gerektirir değerdedir!...

Şêrko Bêkes: Şiir yaşamdır


Ünlü Kürt şairi Şêrko Bêkes Kürt edebiyatının olduğu kadar Ortadoğu edebiyatının da en saygın şairlerinden biri olarak tanınıyor. Şiirleri bugüne kadar 12 dile çevrilen ve uluslararası alanda da çeşitli ödüller alan Şêrko Bêkes aynı zamanda Kürt siyasi mücadelesinin de önemli bir siması. Kürt destanları, masal ve hikayelerini, Kürtlerin yakın tarihte ve günlük yaşamda yaşadığı büyük yıkımlar ve acılarla harmanlayarak tamamen kendine özgü yeni bir şiir ekolü yaratan Şêrko Bêkes çağının ender şairlerinden biri. Birçok edebiyat sanatını bir arada kullanarak zengin bir poetika oluşturan Bêkes, direniş, mücadele ve özgürlük kavramlarının güçlü bir figürü olarak özellikle tabiat, ülke ve özgürlüğün güçlü bir sesi olarak dikkat çekiyor. Ünlü şairle Kürdistan ve Ortadoğu edebiyatını, aydınlarını, sorunlarını konuştuk. Edward Said ve Mahmud Derwiş gibi ünlü Arap entelektüellerinin Kürt sorununa bakışını da değerlendiren şair özellikle İsmali Beşikçi çok farklı bir entelektüel ve insan olduğunun altını çiziyor. “Şiir yaşamdır ve sonsuza kadar devam edecektir” diyerek şiirin yaşamındaki yeri ve önemini ifade eden Şêrko Bêkes, şiirlerinde kadının sesine de önemli bir yer veriyor. Şêrko Bêkes “kadın insanın en büyüğüdür bence” diyor. Hem ulusal hem de uluslararası alanda Kürt şiirinin yaşayan en büyük ustası olarak tanınıyorsunuz. Şiirleriniz İngilizce, Fransızca ve Türkçe de dâhil olmak üzere birçok dile çevrildi. Bize şiirle ilişkinizin başlangıcından ve yaşamınızdan biraz bahseder misiniz? Benden önce de şiirin olduğu, şiirle içiçe bir evde doğdum. Babam da şairdi. Çocukluğumda onun şiirlerini dinleyerek büyüdüm. Ta ilkokulda şiiri sevmeye başladım. Okul yaşamımda en çok sevdiğim şey şiirdi. Çocukluğumdan beri bir gün babam gibi bir şair olmak istiyordum. Dolayısıyla çocukluğumdan beri şiirle ilgileniyorum ama ilk şiirlerimin ortaya çıkışı 1960’ların ortaları diyebilirim. İlk şiir kitabım Wuşeyi Helbest (şiirin kelimeleri) 1968’de çıktı ve Bağdat’ta dağıtıldı. Bunun devamında Baas rejiminin bütün baskılarına rağmen yazmaya devam ettim. Dağa çekildiğimizde yine oradan da yazmaya devam ettim. Şimdiye kadar her yıl bir kitabım olduğunu söyleyebilirim. Neler okurdunuz en çok, kimleri takip ederdiniz?İkinci dilim Arapçaydı. Bu yüzden Arap şiirini yakından takip ediyordum. Özellikle de Filistin direniş şairleri ve yeni şairleri takib ederdim. Bunlardan Mahmud Derwiş, Semih El Kasım yine onlardan önce Ebu Seyyab, Beyati, Sadi El Yusıf, gibi büyük Arap şairlerini takip ederdim. Bunun yanında Mısır, Lübnan, Suriye gibi ülkelerde gelişen şiiri izlerdim. Biliyorsunuz, Lübnan daha demokratik bir ortamda olduğundan önemli şair ve entellektüller barındırdı. Fakat şiirle bu kadar ilgilenmeme rağmen daha çok roman okuduğumu söyleyebilirim. Roman, masal, tiyatro oyunları metinlerin en çok okuduğum türler olduğunu belirtebilirim. Güçlü bir direniş ve başkaldırıyı bulduğumuz şiirlerinizde, aynı zamanda gür bir doğanın yeşerdiğini de görüyoruz. Ülke, direniş, tabiat ve özgürlüğü acı bir tarihten alıp hepsini aynı heyecan ve aşkla işleyen çok ender bir şiir görüyoruz Şerko Bekes’te. Ve şiirleriniz güçlü duygu yoğunluğu yanında son derece öğretici de. Bu yoğun şiirin merhalelerini biraz anlatabilir misiniz? Evet, benim şiirimin dünyası üç olguyu temel alarak gelir. Bunlardan biri tabiat diğeri özgürlük ve topraktır. Bu öğeler şiirlerimde hep var olageldiler. Şiirim değişik evrelerden geçer. Divanlarım da fikirlerin henüz tamamen olgunlaşmadığı görülebilir. Özellikle 1967’lerden sonra yazılan şiirlerimde yeni bir merhale çıkar ortaya ve devamında kasideler gelir. 1975’te sürgünde uzun kasideler yazdım. Kürtlerin sürgüne gönderilmesi ile birlikte gittiğim Rumadi’de “koç-göç” ismi ile ilk uzun Kürt kasidesini yazdım. Bununla birlikte 1990’ların başından sonra da Kürt şiirinde yeni olan bir tarzı denedim. Kürt masal ve destanlarını şiir olarak yazmayı denedim. Bu merhalede 1990’da “derbende papula” ile başlıyor. Yine 1990'dan sonra roman şiirler yazmaya başladım. Aslında bu kasideler sadece şiir değildir. Çünkü bunlarda hem mecazi bir dil vardır hem de mantık, masal ve rivayet dili. Bu yüzden geniş bir yazım yelpazesinde yer alırlar. Örneğin şu senin dinlediğin kaside yazında yeni bir denemedir. Bunu bir yerde şiir bir yerde masal gibi görebilirsin, hatta bu şiirde bütün edebi türleri, sanatları görebilirsin. Tiyatro bile vardır bu şiirde. Ama bütün bunları hep birlikte ele aldığında bir kentin anıları olarak canlanırlar. (Süleymaniye’yi kastediyor). Bu “kürsi” senin için o kentin anılarının canlandırılmasıdır. Ama anıları tabiatın değişik merhalelerinden geçerek anlatır. İlkin tabiatın canlanmasından hareketle bu anıları canlandırır ve onun büyüyüp gelişmesiyle birlikte anlatır. Tabiatın canlanması ve oluşumuyla ağacın marangoza gelip kürsü olmak için sanatçının eline düşmesinden sonra, kürsü kendi anılarını anlatır. Kürsü bir çayhanede anılarını anlatırken bu kürsünün üzerinde kimlerin oturduğunu dile getirirken aynı zamanda çevresinde yaşananları da dile getirir. Ve böylece o kentin gözleri olur. O şehirde gördüğü direnişi, başkaldırıyı bunu yazan şairi ve şiiri anlatmaya başlar. Bu arada bütün bunlara tanıklık ederken aynı zamanda kendini de anlatır. Masal, tarih ve aktüel yaşamın ve birçok edebi sanatın buluşabildiği böyle uzun, romansı şiirlere pek rastlamıyoruz… Bu yazım tarzı benim için de benim gibi arkadaşlar için de yeni bir tarzdır. Bu Kürt edebiyatında da Fars edebiyatında da yenidir. Türkiye de benzer şiirler olabilir ama böyle masaldan habere, birçok anlatının içiçe geçtiği, birçok edebi sanatın ve söylemin aynı anda, aynı yerde buluştuğu şiirler pek yoktur. Gelecekte bunu daha da ilerletmeyi düşünüyorum. Dediğim gibi benim kısa, uzun ve romansı şiirler gibi farklı yazım tarzlarım var. Yine içinde birçok sesin buluştuğu dram şiirleri de sadece şiir değildir. Örneğin dram olarak yazılmış şiirlerimde sadece şairin sesi yok, aynı zamanda toprağın ve kadının sesi de vardır. Dram şiiri gramdan geliyor. Kısa şiirler kısa seslerden gelir tıpkı şimşek gibi, flaş gibidirler. Fakat uzun ve dram şiirleri en zor şiirlerdir, çok geniş bir yelpazeye yayılır ve içinde birçok sesi barındırırlar. Bunlar tek bir olay değil, tek bir hayal değil, birçok olay ve hayali birlikte seslendiren çok daha geniş ve zor şiirlerdir. Tıpkı bir rehber gibi değişik yollardan, patikalardan geçerek yol gösterirler. Bazen beşerden, bazen tabiattan geçerler. Fakat kısa şiirler küçük bir kaynak, küçük bir çeşme gibidirler. İNSANIN EN BÜYÜĞÜ KADINDIRŞiirlerinizde kadın imgesi de önemli bir yer tutuyor…Ben İsveç’ten Kürdistan’a döndüğümde artık kendim için şiir yazmamayı düşünmüştüm. Öteki insanlar için şiir yazmayı düşündüm. Ve insanın en büyüğü de kadındır bence. Bu yüzden şiirlerimde kadının özgürlüğünü ele alır ve bu meseleden çok bahsederim. Kadınların hakları için yapılan her türlü eylem ve çalışmayı desteklerim. Kürdistan’da bu sorunlarla ilgilenen bir kurumum var ve kadınların hakları konusunda sessiz değilim. Fırsat buldukça elimden geleni yapmaya çalıştım ve buna devam edeceğim. Hiçbir zaman Kürt kadınının sorunları karşısında sessiz kalmadım. Namus ve şeref meselelerinden dolayı kadınların öldürülmesi karşısında sessiz kalmadım. Bu sorunların üzerine gidilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunlar karşısında sessiz kalınmamalı. Bazı şiirleriniz Türkçe’ye de çevrildi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kısa şiirlerimden Türkçeye çevrilenler var, fakat uzun şiirlerimden Türkçe'ye henüz çevrilen yok. Ben gerçekten Türk dili için de çevrilsinler isterim. Bu bizim edebiyatımızın diğer milletler içinde yayılması, tanınması açısından da çok önemlidir. Bizim çok şairlerimiz var, fakat çok ileri görüşlü olmadıklarını görüyoruz. Bizim hala özgürlük ve insanlığın temel sorunları gibi sorunlarımız var ve dolayısıyla Kürdistan’da ve bütün Ortadoğu’da şiirde hala toprağın tadı, kokusu vardır. Belki Fransa'da Avrupa’da bu artık kalmamış olabilir. Bu açıdan da şiirlerimizin çevrilmesi sonderece önemli. Peki sinema ve edebiyat ilişkisini nasıl ele alıyorsunuz? Bazıları sinemanın bu kadar yayılması ile şiirin ve edebiyatın gerilediğini ve gerileyeceğini söylüyorlar. Sinema çıktığında bazıları artık tiyatro kalmayacak diyordu. Bakın ama, tiyatro da hala var roman ve masal da var. Hiçbir sanat diğer bir sanatı bitirmez. Sanat dalları bir birinden faydalanır ama biribirini bitirmez. Toplumda bazı sanatların yeri biraz daha az, bazılarının ise biraz daha fazla olabilir. İnsanlar bazı sanatlarla biraz daha fazla ilgilenip bazıları ile biraz daha az ilgilenebilirler. Bu bir sorun değil bir renkliliktir. Ama dediğim gibi bu bir sanatın diğerini ortadan kaldırması gibi algılanmamalı. Diğer yandan günümüzde sanat dallarının birbirine çok yakın olduğunu da bilmeliyiz. Bugün şiir, resim heykel gibi görsel sanatlara çok yakındır ve birçok bağı vardır. Biliyorsunuz şiir şarkılara, müzikallere analık etmiştir ve sinemayı da etkiliyor tabi. Şiirin etkisinin olduğu romanlar dünyada çok büyüktürler. İnsan yaşadığı sürece, hayat sürdüğü sürece şiir de kalmaya devam edecektir. Şiir yaşamdır çünkü ve hep olacaktır. BEŞİKÇİ BÜYÜK BİR İNSAN Türkçe ve Arapça yazan Kürt şairleri edebiyatçıları konusunda ne düşünüyorsunuz? Ben Avrupa’da İsveç’de de birçok Suriye Kürdü tanıdım. Bunların içinden Muhammed Afif El Hüseyni, Ahmed El Hüseyni ve birçok şairin şiirleri Kürt’tür fakat Arapça yazıyorlar. Bunlar Arapça yazıp Kürtlükle alakası olmayanlardan farklı yazıyorlar. Bu yüzden bunların şiirleri Kürt’tür diyorum. Ahmet Şevki Mısırlı çok ünlü bir şairdir mesela bu da Kürt’tür ama tek bir Kürt kelimesi yoktur şiirinde, Kürtlük yoktur. Fakat şimdi Selim Berekat var ve onun eli Kürtlüğün elini tutmuştur. Bu da Kürt’tür Arapça yazıyor ama Kürt’tür bu yüzden bunlar arasında bir ayırım yapmamız lazım. Arapça yazanların hepsi aynı değildir bunları iki veya üç şekilde ayırabiliriz. Bir bunların içinde Kürt olup da Kürtlerle ilgili hiçbir şey yazmayanlar vardır. Bunların edebiyatı ve yazdıklarının Kürtlükle alakası yoktur. Bir de bazıları da var ki Arapça yazmışlardır ama yer yer Kürtlüklerine de işaret etmişler, Kürtlüğü de anlatmışlardır ama edebiyatlarını Arapça yazmışlardır. Hatta öyleleri var ki Arapça yazmalarına karşın edebiyatlarının ruhu tamamen Kürt’tür. Sadece yazımı Arapça ama eti kemiği tamamen Kürt olanlar var ve bu yüzden de bunları birbirinden ayırmak lazım.Mesela Yaşar Kemal’in babası Kürt ve kendisi de Kürt destanlarından büyük oranda faydalanmıştır. Ama Yaşar Kemal Kürtlüğünden çok geç bahsetmeye başlamıştır. Bunların dışında yine Türkçe yazıp Kürtlüğünden hiç bahsetmeyenler de vardır. Bu yüzden Yaşar Kemal ve ona benzeyenleri diğerlerinden ayırmak lazım. Bunlar yine de Kürtlüklerinden, Kürt destanlarından bahsediyorlar. Ama bazı Kürtler vardır ki Türkçe yazıyor ve Türk gibi düşünüyor. Yine Türkler vardır ki Türkçe yazıyor ama bir Kürtlere bir Kürt’ten daha yakındır. Mesela İsmail Beşikçi gibi. İsmail Beşikçi büyük bir cevher ve büyük bir insandır. Ki kasidelerimde birçok defa ondan bahsederim. Hatta onun için bir şiir de yazmıştım ama şimdi hepsini ezbere hatırlamıyorum. ARAP ENTELLEKTÜELLERİ KÜRTLERİN ACISINA GÖZ YUMDUPeki Edward Said ve Mahmud Derwiş gibi dünyaca tanınan birçok Arap entelektüeli yetişmesine rağmen bunların Kürt sorunu konusunda sessiz kaldığını görüyoruz. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?Bu konuda kimse İsmail Beşikçi gibi olamaz. Araplar içinde Zühre Kazım gibi bazı güzel insanlar da vardır ama maalesef bunlar çok azdır. Arap yazarları da Arap milliyetçiliği ile yetiştiler çünkü. Dediğiniz gibi Edwar Said gibi birçok ünlü Arap entellektüelini okuduğumuzda özellikle sorununa duyarsız kaldığını görüyoruz. Bazıları bir şey söylediklerinde onu da doğru söylemiyorlar, çarpıtarak söylüyorlar. Maalesef gördüğümüz manzara bu. Edward Said’in bir gün yüksek sesle Kürt sorunu ve Kürtler’den konuştuğunu maalesef duyamadık görmedik. Fakat Suriye’de iki yıl önce vefat eden şair Memduh Edvard gerçekten bahsediyordu. Ben bir gazetede söyleşisini okudum Kürtler bile onun kadar bu sorunu dile getirmiyordu. O da bunlar içinde doğru söyleyen ender insanlardan biridir. Araplar içinde Kürt sorununu dile getirenler gerçekten çok azdır. Örneğin Mahmud Derviş bir ay önce Suriye ile ilgili bir şeyler söyledi orda Kürtlerden bahsetti. Selim Berekat için bir şiir yazmış. Ama biz onlardan çok daha önce ve çok daha net bir şekilde Kürtlerden Kürt sorunundan bahsetmelerini ve bu konuda tavır koymalarını beklerdik. Onun da İsmail Beşikçi gibi Kürt sorununa duyarlı olmasını isterdik. İsmail Beşikçi tabi onlardan farklı o sadece yazmakla kalmamış yaşamını da Kürtler için vermiştir. Bir insanın yaşamından 17-18 yıl aldığınızda ne kalır geriye düşünün. Bu yüzden O bizim için çok kutsal bir insandır, ki benim kutsal dediğim insan çok azdır. O’nun gibi örnek çok azdır. Farslar içinde, Araplar içinde, Türkler içinde de çok azdır böyle örnekler. Ama bizimde öyle onun gibi insan olmamız gerekiyor. Ben kendi halkım için ne söylesem ne yapsam da bu büyük bir marifet değil. Çünkü bu zaten bizim görevimizdir. Önemli olan benim Güney Sudan için ne söylediğimdir mesela. Afrika için ne düşünüyorum. Diğer azınlıklar için, özgürlükleri için ne söylüyorum dünyaya, ne yapıyorum bunlar önemlidir. Benim şiirlerimde görüyorsun acıya rağmen yaralarımıza rağmen zaman zaman latin amerika için de bir şeyler söyledim. Edebiyat içindeki insanlıkla edebiyattır, güzeldir. Edebiyattan insanlık çıktıktan sonra edebiyat edebiyat değildir. Ben bütün dünya insanlarını seviyorum. Filistin halkı için de zor durumlar var. Önceleri Filistin için çok konuşurduk onların yaralarını anlardık. Ancak Filistinliler Saddam’dan destek gördüklerinde Baas rejimine karşı tavır almadılar. Kurban olan insanların Kürtlerin acılarını anlamaması çok yazık. Yazık bir durum bu. Onlarda kurban oldular, acı çektiler. Onların da diğer kendileri gibi acı çeken insanları anlamarı düşünmeleri gerekiyordu. Fakat onlar öyle davranmadılar. Acılarımıza rağmen bize karşı onlar Saddam’ın fotoğraflarını taşıyorlardı. DİL SORUNUNU SİYASAL BİRLİK ÇÖZERKürdistan’da şiirin ve edebiyatın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?Bugün Kürdistan’a baktığımızda paramparça bir ülke olduğunu görüyoruz. Kürdistan’ın nakşına göz attığımızda orda da şiirin özgürlükle güçlü bağları olduğunu görüyoruz. Dil konusunda birazcık özgürlüğün olduğu alanlarda şiirin daha da geliştiğini görüyoruz. Bir dilin yasak olduğu, dile baskının uygulandığı alanlarda şiirde baskı görür daha doğmadan katledilir. Sanat özgür ortamda gelişir, büyür ve yayılır. Kuzey Kürdistan’da da dil üzerindeki baskılar kalktığında çok değil on yıl boyunca Kürtler kendi dillerinde okuyup eğitim ve öğrenim yaptıklarında bu alanda çok büyük gelişmelerin yaşandığını göreceğiz. Çok büyük şairlerin çıktığını göreceğiz. Özgürlüğün yazım üzerinde de çok büyük bir etkisi olduğunu görüyoruz. Bakın bugün Doğu Kürdistan’da dil azıcık da olsa serbest olduğunda bunun etkisini görüyoruz. Eskiden Farsça yazıyorlardı şimdi Kürtçe yazıyorlar. Bu yüzden şimdi Doğu Kürdistan’da büyük şair ve yazarların çıktığını görüyoruz. Bu Kuzey Kürdistan’da büyük şair ve yazarların çıkmadığı anlamına gelmiyor tabi ki. Kuzeyden de çıkan yazarların olduğunu görüyoruz. Ama bunların özellikle Avrupa’dan çıkış yaptıklarını görüyoruz. Son on beş yılda Avrupa’dan bir Kürt edebiyatı çıkışına tanık oluyoruz. Avrupa’da o özgürlük var. Sanat ve edebiyat konusunda Kürdistan’ın bütün parçalarının aynı ölçüde gelişemediğini görüyoruz. Çünkü Kürt dili baskı altında. Suriye de birçok Kürt yazar Arapça Türkçe yazanlar gibi. Selim Berekat mesela Kürt şiiri yazıyor ama Arapça yazıyor çünkü onun dili yasaklı. Bu yüzden şairin, şiirin özgürlükle büyük ilişkisi vardır. Edebiyat, sanat siyasi bağımsızlık, demokrasi ve özgürlükle yakından alakalıdır. Demokrasi ve özgürlük olmadığında sanat çok acı çeker, gelişemez, bunun için özgür ortam gerekli. Güney Kürdistan’da bütün zorluklara rağmen Kürtçe yazmada bir süreklilik olduğunu görüyoruz…Evet, Güney Kürdistan’ın durumu dil ve yazın bakımından Kuzey’den farklıdır. Güney’de kısmen de olsa yazın alanında bazı çalışmalar yapılabiliyordu. Ben altıncı sınıftan sonra Kürtçe okudum, okuyabildim. Bir dil ilerlemediği zaman o dilde şiir yazmak edebiyat yapmak çok zordur. Kürt dilinin de ilerlemesinin imkânları var. Kürtçe'nin geçmişten miras aldığı böyle bir rengi var. Güney Kürdistan’da kurmanci lehçesinde de yazılmış eserler vardır. “Se kuçeye baban” dediğimiz; Nali, Salim ve Kurdi buna örnek olarak gösterilebilir. Bunlar Güneyde kurmanci yazmış çok önemli şairlerdir. Bizim bugün yazdığımız dilin düşüncesi onların yazdıklarından geliyor. Kökleri ta oralara dayanıyor. Yani Güney Kürdistan’da bu şiirin de kökleri vardır. Güney’de bütün zamanlarda Kürtlerin şairleri olmuştur. Ve bütün dönemlerde Kürt şiirinin kendine özgü dönemleri olmuştur. Diğer yandan Kürtler tek bir alfabe ile okuyup yazma meselesini de tartışıyorlar. Bir yandan lehçeler dil birliğini zorlaştırırken diğer yandan farklı alfabelerin de Kürdistan’ın değişik parçalarındaki Kürtlerin gelişen yazını takip etmesini zorlaştırdığını tartışıyor. Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?Kürtlerin bu yazım konusundaki sorunları siyasi durumla yakından alakalıdır ve bu sorunun çözülmesi uzun yıllar alır. Kürtler siyasal bir birlik oluşturmadığı sürece ve Kürdistan’ın bütün parçaları birleşmediği sürece bu sorun devam eder. Belli noktalarda uzlaşma sağlansa da ve bu sorunun tamamen çözülmesi zaman alır. Dil ile ilgili sorunların çözülmesi için bu sorunların bağlı olduğu diğer sorunlarında çözülmesi gerekiyor. Dil sorunu iş, ekmek ve yaşamı devam ettirme meselesine bağlıdır. Bu sorunlar, yaşamın her alanında çözülmedikçe bunun ekmeği de oluşmaz. Burada bir şey söylemek istiyorum: Arapça dediğiniz harfler Arapça değil Aramice’dir. Önce bunu belirtelim. Bu harflerle yazanlar, Latin alfabesi ile yazanlar ve birde Rusya’da kril alfabesi ile yazan Kürtler var. Kürtler burada üç değişik yazılım biçimini kullanıyorlar. Atatürk halkın iradesine rağmen Latin alfabesini getirip halka kabul ettirdi. Ama bu yasa ile kanun ile getirildi. Bundan sonra şu alfabeyi kullanacaksınız denildi ve halka kabul ettirildi. Halk da benimsemek durumunda kaldı. Atatürk’ün yaptığının iki ayağı vardı. Bunlardan biri laikliği getirmesi ikincisi ise de ondan iki kuşak sonrası artık geçmişin mirasını artık okuyamıyordu. Bu ikisini birlikte hatırda tutmak gerekiyor. Bugün Türkiye de Osmanlı’dan kalan çok zengin kütüphaneler olmasına rağmen yeni kuşaklar bu kütüphanelerden istifade edemiyor. Kimse kalkıp bütün bu kütüphanelerin çevirisini de yapamaz bütün bunları yeniden de yazmaz. Devletin rolü nedir burada?Devlet kanunlarla düzenlemeler yaptığında halk bunlara uymak durumunda kalır. Devlet çocuklarınız okulda şu alfabe ile eğitim görecek dediğinde halk bunu izler. Dükkânlarınızın tabelalarını, reklâmlarını bu harflerle yazacaksınız dendiğinde insanlar bunu yapar. Bu yüzden sorunu siyasal güç çözer diyorum, bütün bunlar siyasal erke ve onun gidişatına bağlıdır. Bu yüzden bence Kürtler için en önemlisi öncelikle siyasal birliğin sağlanması, büyük bir parlamentolarının ve devletlerinin oluşmasıdır. Böylece yaşamın bütün alanlarında olduğu gibi dili eğitimi düzenleyen yasalarının oluşmasından sonra halk da bu yasaları izler. Bu yüzden şimdi şu harflerle ya da şu lehçe ile yazması değil esas mesele. Esas mesele standart bir resmi dilin oluşmasıdır. Mutlaka standart bir dilin oluşturulması gerekiyor. Bunun oluşturulması da siyasal birlikten geçer. Bunu da ancak güç ve devlet sağlar. Bu konuda devlete çok büyük yükümlülükler düşüyor. STANDART BİR DİLİN OLUŞMASI GEREKİR Kuzey Kürdistan’da yaşayan yaklaşık 20 milyon Kürt var ve bunların büyük çoğunluğu Kurmanci konuşuyor. Türkçe ve Latin alfabesi ile eğitim görüyorlar ve dolayısıyla da latin harflerini tercih ediyorlar... Fakat, Güney Kürdistan’ın da yıllardır okunup yazılan çok zengin bir dili ve zengin bir kütüphanesi var. Soranice çok zengin bir kütüphane oluşturmuştur, yıllardır bu dilde edebi ve siyasi eserler verilmiştir. İki yüz yıldır bu lehçe ile yazıyoruz. Çok önemli Kürt şair ve yazarları bu dille yazmışlardır. Üniversiteye kadar biz bu dille eğitim yapabildik ve hala da yapabiliyoruz. Ama Kuzey Kürdistan’da bu böyle gelişmemiştir. Çünkü özgürlük ortamı olmadığından, bu dilde eğitim ve okuma ortamı gelişememiştir. Kuzey Kürdistan’da yaşayan Kürtler ancak son yıllarda o da Avrupa’dan sürgünden kendi dilleri ile yeni yeni yazmaya başladılar. Şunu da bilmenizi isterim ki, Latin harfleri de Kürt harfleri değil tıpkı bu alfabenin de Arapça olmadığı gibi. Latin harfleri ile yazmakla da batılı olunmaz, dünyada büyüklük Latin harflerinden geçmez. Çince mesela dünyanın en büyük dillerinden biridir, ama Latince yazılmaz öyle değil mi? Şimdi çok insan sanıyor ki Latince yazılınca bu dil gelişecek batılılaşacağız. Önemli olan insanın aklıdır. Ve esas olan düşünceyi ilerletmektir, görüntüyü değil. Diğer bir şeyde şimdi sadece Araplar aram alfabesi ile yazmıyorlar. Persler de Afganlar da Pakistanlılar da aynı alfabeyi kullanıyorlar. Kürtler de onlar gibi aram alfabesini kullanabilir. Bu alfabe de çok gelişmiştir ve Saddam’ın Şex Mahmud’un alfabesi değil. Bu yüzden eğitim ve öğrenim dili olarak kullanılan, eser bırakan bu dil ve alfabe ile yazmaya devam etmek durumundayız. Devletin de bu bu konuda kararlarını alması ve yasalarını çıkarması lazım. Ama dediğim gibi bizim de akıllı ve adil davranmamız gerekir. Şimdi bazıları, özellikle de Kuzey Kürtleri arap alfabesi dedikleri aram alfabesinin zor olduğunu bu yüzden bunun değiştirilmesi gerektiğini söylüyorlar ama bu doğru değil. Bence her iki alfabenin de öğrenilmesi gerekiyor. Benim için en önemli standart bir dilin olmasıdır, yoksa Kuzey ya da Güney lehçesi ile konuşulması yazılması değil. Peki bu standart dilin ve yazım şeklinin oluşması ne kadar zaman alabilir, bu konuda neler yapılabilir? Alfabe değiştirilmesi şimdilik mümkün değil. Bir devlet kuruluncaya kadar tek bir dil oluşturmak çok zor. Başka bir sorun da dille ilgili sorunun çözülmesi zaman alır çünkü kimse kimseyi dinlemiyor. Yazarlar Birliği’nin söylediklerini kimse dinlemiyor. Elbette dinleyenler de var fakat bu konuda bir birlik sağlanamıyor. Neden latin alfabesi ile yazmıyorsun dediğinde ben yazmıyorum, çünkü ben bu alfabe ile daha kolay yazıyorum. Beni latin alfabesi ile yazmaya zorlayamazsınız. Fakat devletiniz olduğunda, bu devlet yaşamın her alanını düzenlediğinde “eğer bunu yaparsan iş, ekmek sahibi olursun, yapmazsan aç kalırsın” dediğinde bu sorun da çözülür. Bu yüzden dil sorunu da son derece zor bir iş. Fakat bence bu bizim temel sorunumuz değil. Farklı dialektlerimizin olması sorun değil, zenginliktir. Biz de bunu sorun olarak değil zenginlik olarak görmeliyiz. En çok konuşulan Sorani de Kurmanci de resmi dil olabilir, her ikisi ile de yazılabilir. Çok daha az konuşulan Zazaki ve Gorani’den ziyade Kurmanci ve Soraniye ağırlık verip resmi dil olarak kabul edilmelerini sağlamalıyız. Elbette diğer lehçeleri de konuşmalıyız ve bunların geliştirilmesi için de destek olmalıyız ama şimdi bunlardan çok daha yaygın kullanılan lehçeler varken kalkıp bunları resmi dil yapamayız. Kurmanci ve Sorani lehçeleri çok yaygındır ve en çok bunlarla yazılmıştır, bu yüzden bence önceliği bu iki lehçeye vermeliyiz O zaman Soranice yazılan eserlerin Kurmanciye, Kurmancilerin de Soraniye çevrilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Ne tür programlara ihtiyaç var? Öncelikle Kürtçeye diğer dillerden çevirilerin geliştirilmesi gerektiğini unutmadan belirtmeliyim. Diğer yandan bir lehçeden diğerine çeviri yapmak ise hem çok zor hem de kimse yapmaz. Çünkü bir lehçeden diğerine çeviri yapmak mantıklı bir iş değil. Çünkü Soranice ayrı bir dil Kurmanci ayrı bir dil değil ki bunlardan biri birine çeviri yapalım. Bunlar aynı diller ama sadece farklı lehçeler. Fakat Kürtlerin mutlaka her ikisini de takip etmeye çalışması lazım. Bu yüzden en azından özetler yapılabilir. Bu iki lehçe arasındaki ilişkileri çok sıkılaştırmak gerekiyor. Örneğin ben şiirlerimi Soranice ve Latin alfabesi ile yazabilirim fakat bir Kurmancın anlaması için özet de yapabilirim. Hele şiir için bu daha kolaydır. Bakın şimdi geldiniz benim şiirlerimi dinlediniz hepsini anlamadıysanız da bakıyorum önemli bir kısmını anlamışsınız. Detayları dilin örgüsünü anlamasanız da neyi anlattığımı aşağı yukarı anladınız. Fakat roman için bu yetmez. O zaman dili iyi bilmek gerekiyor. O zaman özetler de yeterli olmaz. Tek çözüm her iki lehçeyi de öğrenmekten geçer. Bunların yapılması lazım. Fakat başta da söylediğim gibi başka dillere ve başka dillerden de elbette çevirilerin yapılması lazım. Biz beş yüz altı yüz yıldır bu harflerle yazıyoruz. Ama bizim geçmişimize de güvenimiz var. Şimdi beş yüz altı yüz yıldır yazmakta olduğumuz harfleri bugün değiştirmek çok zor. Türkiye bugün Osmanlı kütüphanelerini çeviremiyor. Fakat sizin sorununuzda söylediğiniz gibi dil sorunlarının çözülmesi için program ve politikaların oluşturulması lazım. Bunu nasıl yapacağız? Bunun üzerine büyük toplantı ve konferanslar düzenlenmeli bizim diğer lehçeleri de düşünmemiz gerekiyor. Bütün lehçeler arasında bağlantı kurmamız gerekiyor. Burda arap harfleri sorun olarak görülmemeli. Diğer yandan bugün Diyarbakır’da bazı kelimeler ve deyimler vradır biz burda tanımıyoruz. Bizim bunları tanımak için programlar yapmamız ve bunu çözmemiz gerekiyor. Bunun için bir programın oluşması lazım ama bu da yetmez. Burda da yeni kuşakların oluşup bütünleşmesi için hükümetin Latin harfleri ile de okuyup yazmayı öğreten eğitim ve öğrenim programları da olmalı. Tekrar altını çizerek belirtiyorum beş yüz altı yüz yıldır sürüp gelen kültürel ve dilsel birikimin de korunması gerekiyor. Bir gün büyük bir Kürt devleti oluştuğunda da bugün de buradaki hükümette eğitim ve kültür programlarını yaptığında 20 milyon kuzey Kürtlerini de düşünmesi gerekiyor. Fakat şimdi Güney Kürdistan da siyasal sorunlar çözülür ve yaşam biraz daha rahatlarsa dil için çok ciddi program ve işlerin yapılması gerekiyor. Dil meselesi çeviri ile çözülmez. Birbirine yaklaşma sağlanmayıncaya kadar bu sorun devam eder. Bu işler de elbette kurum ve kurumlaşma ile çözülür, bir iki şair ve şahısla çözülmez. Bunun için edebiyatın da düşüncenin de birbirine yaklaşması lazım. Bunun için sözlükler yapılmalı, Sorani ile Kurmanci arasında bunların olması gerekiyor ki birbirimizi anlayıp ilişki kurabilelim. Birbirimizle yakınlaşabilelim. Latince yazılması için de programların oluşması ve ders olarak eğitim ve öğretimde yer alması gerekiyor. Çünkü kütüphanelerde ve okullarda standardın yakalanması gerekiyor. Bir gün gelecekte bütün okullardan aynı şeylere ulaşabilmemiz gerekiyor. Bugün bunu yapamıyoruz ama ilerde bunu mutlaka yapabilmeliyiz. Bunun bir program ve kurumlaşma dahilinde ciddi bir şekilde yapılması lazım. Bunu yaparsak programlarımız çok daha ciddi ve yaklaştırıcı olur. Ama bu olmazsa ben bir kitap yazarım sen bir yazarsın gazetelerde birkaç iş yapılır ama bunlar bu sorunu çözmez. YENİ KUŞAKLAR BULUŞMA NOKTAMIZ OLMALI Kürtler açısından bir yandan egemenlikleri altında yaşadıkları devletlerin dayattığı dil sorunu yaşanırken diğer yandan bütün dünyada da kendini dayatan ingilizcenin gittikçe daha da yayıldığını görüyoruz. Artık birçok insan İngilizce yazıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Evet, bugün dünyadaki diğer kültürlerden çok daha fazla etkileniyoruz, bundan herkes etkileniyor. Kitle iletişim araçlarının gelişmesi ve yayılması bu etkiyi çok daha arttırmıştır. Bu büyük tesir devam edecek ve hatta gittikçe daha da büyüyecektir. Fakat bu insanların anadillerinin ortadan kalkacağı, biteceği anlamına gelmiyor. Bir yandan evrenselleşme gelişirken diğer yandan yerelleşme de gelişiyor. Kültürler arasındaki bu etki zenginleştirici bir rol de oynuyor ve bu gereklidir de. Bu insanların ötekiyi tanımasını sağlıyor, bunu kolaylaştırıcı bir etki de yapıyor. Kürt gençlerinin edebiyata ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Biz yeni kuşak olmadan hiçbir şey yapamayız, ilerleyemeyiz. Şimdi her şey yeni kuşağın elinde. Edebiyat da, siyaset de sanat da yeni kuşağın elinde. Yaşamda onların ağırlığı var. Bu yüzden biz büyüklerin gençlere çok daha önem vermesi ve onları anlaması gerekiyor. Yeni kuşaklar bizim buluştuğumuz nokta olmalı. Şêrko Bêkes kimdir? Önemli Kürt şairlerinden Faiq Bêkes’in oğlu olan Şêrko Bêkes 1940 yılında Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kentinde doğdu. Süleymaniye’de eğitimine başlayan Şêrko Bêkes yüksek öğrenimini Bağdat’ta tamamladı. Şêrko Bêkes 1965’de Kürdistan’ın özgürlüğü için mücadele eden siyasal harekete katılır ve bu hareketin radyosunda çalışır. İlk şiirlerini 1967’de yazmaya başlayan Bêkes’in ilk kitabı 1968’de Bağdat’ta yayınlandı. Ünlü şair 1970’de Kürt şiirine yeni bir bakış getirdiği ve önemli oranda soluk aldırdığı kabul edilen “Ruwange” edebiyat hareketinde yer aldı. Kürdistan direniş hareketinde de aktif olarak yer alan Şêrko Bêkes 1984-87 arasında iki kez de peşmerge olarak dağlara çıktı ve orda da yine şiirlerini yazmaya devam etti. 1975’de ilk uzun kasidesi olan “Koç” “Göç”ü yayınlayan Şêrko Bêkes,1986’da sürgüne çıktı. Şêrko Bêkes, 1987’de İsveç PEN Külübü tarafından Tofoskî ödülü ile ödüllendirildi. Şiirleri 12 dile çevrilen Şêrko Bêkes 2001’de “Pîremêrd” ödülüne layık görüldü. Bugüne kadar 25 şiir kitabı yayınlanan şiirlerini Soranice yazıyor. Şêrko Bêkes’in fazla olmasa da Kurmanci ve Türkçe’ye çevrilmiş şiirleri bulunmaktadır. Sürgünde kaldığı dönemde KNK üyeliği de yapan Bêkes ardından Güney Kürdistan bölge yönetiminde 13 ay Kültür Bakanlığı yaptı. Ardından bakanlıktan istifa ederek kendini tamamen edebiyata veren Şêrko Bêkes hala Güney Kürdistan’da Süleymaniye’de yaşamını sürdürmektedir. Eger ji nav şiiren min gul bavejin derve ji çar werzan werzeke min dimire. Eger yar bavejin derve duduwe min dimirin. Eger nan bavejin derve sisiyen min dimirin. Eger azadi binin der sala min dimire u ez bi xwe ji dimirim.

evdale zeynıke u gule hevra dıstıren

evdale zeynıke u gule hevra dıstıren